15. Altın Portakal Şiir Ödülü Programı: Türk Şiirinde Kadın

22 Mart of 2011 by

Altın Portakal şiir ödülü programının 15. sini de bitirdik. Ülkenin en ünlü şairleri Antalya’da buluştu. Birbirinden güzel şiir üzerine söyleşiler gerçekleştirildi. Programın tümü aynı yerde değil, değişik yerlerde yapıldı. Keşke halkın dilini anlayabilsek de varoşlara da serpilse böylesi etkinlikler. İşte o zaman ödül daha bir anlamlı, daha bir görkemli olacaktır. ‘Halk şiir mi okuyor da anlayacak?’ diyenler olabilir.

İşte o zaman Nazım’ı anımsatmak gerekir. Hani Bulgaristan köylüsünün dediğini. Nazım Usta’nın şiirini okuduğunda “Bu nasıl şair? Ne dediyse anladım” demiş ya. Demek ki şairlerin dediğinin anlaşılır olması da mümkün. Elbette halkı eğitmek, kültürü, şiiri onlara götürmek de.

Bu yıl altın şiir Ahmet Telli’nin ‘Nida’ şiiri oldu. Biliyorsunuz Ahmet Telli, emeği, halkı, ezileni savunan, onları anlatan bir şairdir. Bence tam da yerini buldu. Bu yanıyla ‘Altın Portakal halka gitti’ diyebiliriz. Programların içinde bu yıl farklı olarak ‘Türk Şiirinde Kadın’ konusu da vardı. Konuklar: Çiğdem Sezer, Betül Dünder, Deniz Durukan’dı. İlk oturumu Kâmile Yılmaz yönetti.  İkinci oturumda: Betül Tarıman, Didem Atayurt konuktu, Neşe Karel yönetti.

Kâmile Yılmaz: “Ülkemiz ve dünyada bu karmaşık ve zor yaşama, insanlık katlanabiliyorsa, bu bir avuç şair, yazar ve sanatçının başarısıdır. Ülkeleri ayakta tutan da onlardır. Herkesin bir başucu şiir kitabı vardır. Yüreği sıkılınca, bir dörtlük ya da bir şiir okuyarak düze çıkıverir. Okuma yazma bilmeyen biri bile, içinin ağısını bir türküyle savurmaz mı rüzgâra? Bir ırmak düşünün, karşıya geçeceksiniz, köprü yok. Erkek şair – yazarlar dizine dek ıslanarak karşıya geçerken, kadın yazar- şairin su boynuna gelir. Orada boğulmak da olasıdır. Kadın yazar, eşinden ve çocuğundan zaman çalarak yazamaz. Ya onlar uyanmadan, ya da uyuduktan sonra yazabilir. Çünkü kadına biçilen roller hâlâ eş ve annelik olarak kutsanır” dedi.

Çiğdem Sezer “Divan edebiyatında şiir kadına yazıldı, ama kadının bedeni üzerine yazıldı. Onun beyni yok sayıldı. Zayıf, aciz, korunmaya muhtaç diye tarif edildi. Örneğin; Enderunlu Fazıl’ın Zennema adlı kitabında kadın aşağılanarak yazılmıştır. Kadının yazmasına izin verilmedi. Şukufe Nihal’i, Fitnat Hanım’ı görüyoruz, şiir yazan, onun da kocası şiir yazmasını yasaklıyor. Kirpiklerini kesiyor kadının. 1980’den sonra kadın birey olarak şiire girebildi. Kadın hareketi bir ivme kazandı. Bugün sözünü ettiğimiz kadın şairlerin, eş, kardeşin dışındaki konumudur bizi buraya getiren. Yakın zamana kadar bu alan erkeklerindi. Şiir alanı parçalanmışlığın dilidir. Kadın bu alanı iyi bilir. 1980 sonrası, şiir alanını kadınların belirlediğini görüyoruz” dedi.

Betül Dünder: “Divan şiiri saray edebiyatıdır. Padişahın çevresini anlatır. Kadın imgeseldir. Sınıflı topluma geçilince kahraman erkek oldu. Kadın eve çekildi. Tanzimat zamanında yedi dil bilen Nigar, Fatma Aliye yazdıklarını sakladılar, adlarını altına yazamadılar. Kadın kendisine yer bulabilmek için Bektaşi Derneğine üye olmak zorunda kaldı. Fitnat Hanımın isyanını şiirlerinde görüyoruz. Kadını yok sayan tarihin kadınlar lehine döndürülmesi gerekir. 1980’den önce Gülten Akın’ı görüyoruz. 2000lerde kadınlarla metin alanında da bir araya gelebiliyoruz. Yaşamın her alanında kadınlar kendi tanrılarını yaratabilecek güçtedir” dedi.

Deniz Durukan “Türk şiirini üçe ayırdı. 1 – Göçebe hayatı 2 – Yerleşik hayat 3 – Batı etkisinde kalan şiir” diye.

“Göçebe hayatta kadın, erkekle eşitti. Şiirde romantizm yoktu. O zamanlarda erkekleşmiş kadınlar vardı. Divan edebiyatında, kadın toplumsal hayattan soyutlandı, kafesin arkasına saklandı. Arap, Fars kültürünün etkisinde kaldı. Sarayın da etkisi vardı. Kadın kırsalda daha özgürdü. Kadın sadece şiirin imgelerinde geçerdi. Bunlar da kadını kötülerdi. Cumhuriyet Dönemi’nde kadın, 1935 Ahmet Muhip Dıranas’ın ‘Fahriye Abla’ şiiriyle birey olarak göründü.  1940’lı yıllarda kadın, Nazım ile birlikte birey olmaya, sosyal yaşamda görünmeye başladı. Orhan Veli, ötekileşmiş kadını da yüceltmiştir. Cemal Süreya, cinselliği şiirlerinde anlatır, onun karakterleri güçlüdür. Edip Cansever’de daha sınırlı karakterler görürüz. Turgut Uyar ise kadından güç alır şiirlerinde. 1990’dan sonra kadınlarda şiire atılım oldu. 2000’lerde arttı” dedi.

Sonuç olarak konuk kadın şairlerimiz, tüm anlattıklarında, kadının önceleri şiirde imge olarak varlığını, sonra ise birey olabildiğini, son yıllarda kadın şairlerin arttığını, yani kadının şiirini kendi yazmaya başladığı fikrinde buluştuklarını gördük. ‘Aslanlar kendi tarihini yazana dek, avcının yazdığı tarih okunacaktır’ sözünde olduğu gibi, avcının tarihi değerini ve doğruluğunu yitirmiştir. Artık aslan kendi tarihini yazmaya başlamıştır. Artık geri dönüşü yoktur. Kadın yazın hayatına atılmıştır. Toplumu da dünyayı da değiştirip dönüştürecektir.

Fotoğraf: İsmail Şahinbaş

Previous:

Yerberi

Next:

Almanya’nın Sevecen Kuşları

You may also like

Post a new comment